Erciyes TV'de Bülent GÜNDOĞAN Kitabistan'ın konuğu oldu

Bülent GÜNDOĞAN
S.Burhanettin AKBAŞ

Erciyes TV'de Bülent GÜNDOĞAN Kitabistan programında S.Burhanettin AKBAŞ'ın konuğu oldu
Bülent Gündoğan kimdir?
Kayseri’de doğdu. İ.Ü. Eğitim Fakültesi Kimya öğretmenliğinden mezun oldu. 
Yedi İklim, Ayvakti, Yağmur, İlkadım, Aşkın e-hali, Anadolu Çınarı, Minare, Edebistan başta olmak üzere birçok dergi, gazete ve e–dergilerde deneme, öykü ve şiirleri yayınlandı.


ART FM'de kültür, sanat ve edebiyat programı "Şiir Evini" hazırlayıp sunarak radyo proğramcılığı yapıyor.

2007 Ulusal 2. Kapadokya Şairler Şöleninde ‘Güzel Düşler Ülkesi’ şiiriyle Birincilik
2008 Avrupa Haber Türk Şiir Yarışmasında ‘Ben Gurbette Anadolu’ şiiriyle Birincilik
2008 Uluslar arası  3. Kapadokya Şairler Şöleninde ‘ Bir Özge Haykırış’ şiiriyle Üçüncülük
2009 Osmaniye Ekmek Ödüllü Şiir Yarışmasında ‘Ekmek Arası İstanbul Hatırası’ şiiriyle ikincilik
2009 8. Yirce Şiir Yarışmasında ‘ Sonsuz Sevişmeler Antolojisi’ şiiriyle ikincilik
2009 IV. Kapadokya Şairler Şöleninde Onur Ödülü kazandı.

2009 Gonca Dergisi Hikâye yarışmasında ‘Kayıp Kelebekler Haritası’yla Türkiye Birinciliği
2009 TİGER Hikâye yarışmasında ‘Sonsuz Bahar Muştusu’yla  Türkiye Birinciliği
2008 Mahmut Tunaboylu öykü yarışmasında‘Yalınayak Söylenir Hicaz Şarkılar’la Türkiyeİkinciliği
2008 Urfa konulu hikaye yarışmasında ‘ Mezopotamya Sümbülü’yle Türkiye İkinciliği
2008 İLESAM’ın düzenlediği hikâye yarışmasında Hüzünkovan’la  Mansiyon
2008 Yağmur Dergisi hikâye yarışmasında ‘İstanbul Ölmek İçin de Güzel’le Mansiyon ödüllerini kazandı.

KELİMELERİN SOĞUK KUYUSUNDAKİ ADAM
“BÜLENT GÜNDOĞAN”
İle
 ŞİİR VE ŞAİR ÜZERİNE SOHBET

 Deniz Dengiz ŞİMŞEK

 Şair ve yazarların fildişi kulelerde yaşadığını düşlerdim oysa o kendine tasavvufi manada bir çilehane inşa etmiş, kelimelerle oyununu tek başına oynuyordu. Onun fildişi kulesi göğe doğru yükselmiyordu, aksine derinlerde, derinlerden besleniyordu. O kendini Hz. Yusuf’a korunak olan bir kuyuda saklıyor ve kelimelerin soğuk suyundan katıksız içmeyi tercih ediyordu.

Dergi: Sevgili Bülent, şairler neden birbirlerinden uzaklaşıyor, bir nevi inzivaya çekiliyorlar. Oysa bir şiir adamının daha çok halkın içinde olması gerekmez mi?

Bu sorunun sosyolojik boyutunu irdelediğimizde korkunç bir gerçek karşılar bizi. Aynı mahallede, aynı apartmanda, aynı evde dahası aynı yatakta insanlar birbirinden habersiz yaşıyorlar. Birbirlerini yok sayıyorlar. Bize gelince belki de rasyonel sayılarda ikimizde birer toplama işlemiydik. Birisinin paydalarımızı eşitlemesi gerekiyordu! Geç oldu ama yinede oldu. Bir de şiir sevdası öyle aşüfte bir aşk değil ki, sakınman, kıskanman, titremen gerekiyor üstüne. Ben aşklarımı hep yalnız yaşadım.
Dergi:  Seni şiire tutuklayan nedir? Öyküye nasıl başladın?

Edebiyat adına suçluyum, sabıkam şiirden. Dipsiz bir mahzenden kelimeler çalarken yakalandım ben” diyerek söze başlayayım.

Şiirin dipsiz kuyusuna ortaokul yıllarında bir öğretmenimin iteklemesiyle düştüm. Hiç karşı koymadım, taammüden düştüm. Şiir benim belirtisiz tamlayanım, içimde büyüttüğüm boşluk şiirmiş. Bu olayı şu dizeyle anlattım “biri beni içimdeki boşluğa bıraksın” O ilk şiirlerimi hiç hatırlamıyorum, yirmili yaşlara kadar yazdıklarımın hepsini kaybettim. Sonra ilk aşkla “Yirmi Yaş Şiirlerimi” kaleme aldım. İlk güçlü şiirlerim onlardı hala o ruhu bu gün yakalayabildiğimi sanmıyorum. Duru, samimi ve “Aşkbirikintisi”ydi o şiirler. “Taammüden Sevdim Seni”,  “Ölümlere Uyandım Her Sabah” gibi saf şiirler.
İlk öykümü lise yıllarında, o zamanın Türkiye Gazetesi’nde “Hayatım Roman” isimli bir sayfa vardı, her gün bir hayat hikâyesi yayınlıyorlardı ve bir Kayserili olarak hepsinden önemlisi çıkan hikâyelere beş bin lira veriyorlardı. Biyografya bölümünde yaşımı otuz beş gösterip (sadece duygusal sebeplerle) hikâyeler yazdım. Ve yolladığım ilk hikâyem yayınlandı. Yaşım sanırım on altıydı. Ama o parayı bana hiç yollamadılar. Defalarca yazdım, cevap yazdılar - posta kutusu numaranızı yazmadığınız için yollayamadık gibi saçma şeyler... Ama benim için çok önemli olan o parayı asla yollamadılar. Öyküye böyle başladım diyebilirim.

Dergi:  Şiiri, şairi ve öykünü nasıl tanımlıyor ve konumlandırıyorsun?

 Öyküde şiir dilini tercih ediyorum. Hatta kimi zaman eleştiriliyorum da, alt alta yazıldığında ağdalı bir şiir ortaya çıkıyor diye. Olay yazmıyorum, kendi iç dünyamdan çaldığım karakterlerle kelime oyunları oynuyorum. Anlık durum öyküleri yazıyorum.
Şiirime gelince, oda örtük, anlamı öteleyen bir şiir. Şiirimde bir anlam istemiyorum! “Çok –Anlam” istiyorum. Bir dizenin içinde okyanus arıyorum. Bulabilirsem yazıyorum. Bir kaşık suda boğulmak bana göre değil diye düşünüyorum...
Kendi şiirimin tanımını yaptım poetikamda ve ilk kez duyacaksınız, kelime dağarımıza yeni eklemeler yapacağım. En kısa manada şiiri “Sahibini Sahiplenen Kelam” ‘Gerçek Şair’i’ ise “Sahibini arayan şuur” olarak tanımlıyorum. Biraz açarsam "Şiir, Talip Olunan Söz'ün Talimidir” diyorum. “Şiir düşün ayaklarına kapanmak değil, gücün ayaklarına kapananları uyandırmak için” diyerek şiirime vazifesini söylüyorum.
Her şair şiiriyle şeffaf bir mezar kazarak kendini görünür kılar. Şiir bir yüzleşme bir karşı duruş, istibdada bir karşı koyuştur.
Şiir; ruhundaki vehbilik, kelamının tenindeki cilveli bir kesbilikle çekici kılar kendini. İmge, şiir değildir. Mazmunlar tek başına şiir değil! Şiirde emek, kuru dalı bezeyen, ıtırlarını cömertçe sunan erguvan bir çiçektir.

Baki ve Fuzuli ve Mehmet Akif ve Necip Fazıl ve daha niceleriyle beslenen bu mümbit topraklarda şairim, yazarım demek akıl almaz bir cüret istiyor. Onların ötelere yol aradığı, ana sütü kadar saf ve besleyici, bir o kadar da ak ve berrak bir kanalda yüzdürdükleri saltanat kayıklarının peşinden kimi zaman kırık dökük bir salla, kimi zaman “nasılsa kurtarırlar” farkındalığı ve şuuruyla dalgalara bırakıyorum kendimi.
Dergi:  Bir ulusal televizyon kanalı olan “KanalA”da seninle yapılan röportajda “Karakter Nakli’nden” bahsediyorsun. Bizim içinde bu konuyu biraz açar mısın?

Zevkle. Karakter nakli benim dikkatleri üzerine çekmeye çalıştığım coğrafyamız insanı için bir realite. Modernleşmenin ve sekülerizmin getirdiği salgın bir hastalık. Kurbanını öldürmüyor, zahiren yaşayan bir kitle var. Ne düşünüyor, ne yiyor, ne giyiyor, nasıl yaşıyor! Burası muallakta. Fakat onun yok ettiği öyle bir şey var ki, “Haz Melekelerimizi” yok ediyor. Günümüz insanı belki kan kaybından ölmüyor, ama “Haz Kaybından” toplu yok oluşlarla, benliği toplu yok sayışlarla ölüyor. Bir virüsün bakteriyofaja kenetlenip, salgılarıyla bedenini delip kendi DNAlarını empoze etmesi gibi... Hemen hemen her şiir ve yazımın ana teması, kaygısı “Karakter Nakli”. “Kayıp Kelebekler Haritası” tamamıyla bunu öncelliyor.
Tanzimatla önce edebiyatımıza sonra hayatımıza giren bizden olmayan kavramlar ve yaşam tarzı bizi “Hiçsel’leştirdi.” Şimdi yeniden “Söz İmparatorluğumuzu” kurarak bir “Benlik Ayıltma ve Ayıklama” işlemi yapmalıyız. Bunu ancak şiirle başarabiliriz inancındayım.

Dergi: Yazıklarının ödüllerle taçlanması mutlaka dergilerle de haşır neşir olmanı sağladı. Ödüllerinden de bahsederek ilk dergi deneyimini paylaşır mısın?

Ödül, yazar nefsiyle birebir örtüşen müthiş lezzet. Yazarın, yaşadığı hayattan kopararak yediği yasak meyve. Yazar her ödülle aslında cezalandırılarak başka bir âleme atılıyor. Orada yine Havva’yı arıyor. Arıyor ki yeniden yemek ve kovulmak için.

Evet 2007 yılı eylül ayında cesaretimi toplayarak ilk kez bir yarışmaya katıldım. Yarışmanın organizatörü şair Ayşe Paslanmaz Hanım arayarak, yarışmamızda ilk üçe girdiniz, ödül törenine ve şölenimize katılır mısınız dediğinde ‘Birinci değilsem gelmem’ dediğimi dün gibi hatırlıyorum. İyi ki o yarışmaya katılmışım, gerçek ödülüm Ayşe Hanımı tanımak oldu. Bu moral ve özgüvenle hem çalışmalarım profesyonelleşti hem beslendiğim kaynakları gözden geçirdim. Yazmak, her defasında yeni bir rekor denemesidir benim için.

Çok kıymetli bir dostumun “Artık Bülent Gündoğan’a yarışmalardan ambargo konmalı ve yarışmalara alınmamalı” latifesi üzerine 2009 sonu itibariyle yarışmalara katılmama kararı aldım. 2007 – 2009 yılları arasında bazıları yurt dışı olmak üzere on iki ödül aldım. İçlerinde İLESAM, Yağmur Dergisi, Gonca Dergisi hikâye yarışmaları gibi binin üzerinde eserin katıldığı yarışmalar vardı, bir de jürisi, Sevinç Çokum, Yavuz Bülent Bakiler, Hilmi Yavuz, Hayrettin Karaman gibi dev isimler olunca, geçer notlar almak benim için gerçek ödüller oldu. Evet dergilerle tanışmam bu yarışmalar vesilesiyledir. Yağmur, Ayvakti, Yedi İklim dergilerinde yazmaya çalışıyorum. Bu arada Abdullah Aymaz, Şeref Akbaba ve Ali Haydar Haksal ağabeylerime bendeki katkılarından dolayı ayrıca teşekkür ederim
Dergi: Yağmur dergisi yayın kuruluna davet edilmen Kayserili bir edebiyat sevdalısı için onur verici bir olay. Sanırım bu denli çabuk yükselişinin bir nedeni olmalı. Ben şaşırmıyorum seni tanıdıkça ancak dergimiz okurları için bundan biraz bahseder misin?

Estağfurullah, yükselmek sizin hüsnü zannınız. Beni sevindiren tek şey Anadolu’da kendi halinde yazınıp duran birini onların görebilmiş ve değer vermiş olmasıdır. Ahbap çavuş ilişkilerinin, hizipleşmelerin olduğu “Bu Dünyada” emeğinde karşılığının olduğunu göstermesi açısından özel yoksa çokta önemli bir şey değil nazarımda.
En sevdiğim saçlarım dökülüyor hızla! Emeğimin karşılığını aldığımı sanıyorum. Çok kez uykulardan uyanıp dizeler yazdığım, yarım kalan hikâyeye yarı uykulu sarıldığım, çocuklarımın “baba ne olur birazda bizimle ilgilensen” haykırışları vakaadır.
Dergi:  Dergilerin edebiyatımızdaki yeri sizce nedir?

Cemil Meriç üstadın artık duvar yazısı haline gelmiş sözüyle açmak lazım konuyu. “Dergiler hür tefekkürün kaleleridir”der üstat. Bu söz bir nevi dergiciliğin ön ve son sözüdür bence. Şimdi gözlerimizi yumalım ve dergileri bir anlığına kaldıralım. “Karanlık, karanlık. Düşünen üreten insanlar yok artık. Daimi karanlık” Bence edebiyat sadece dergilerde yaşıyor. Ve dergiler yaşadıkça şiirimiz, hikâyemiz var olacak. Eskiden okumayan bir toplumuz diyorlardı, artık hiç okumayan bir toplumuz. Şiirden daha çok şair! olduğuna inanıyorum .. Küçük bir azınlık kendi şiirini örüyor, bu yükün hamallığını yapıyor. Ne mutlu bu yükün hamallarına! İnsan en başından beri kendini var etme çabasında... Balballar dikmiş, mağara duvarlarına şekiller çizmiş, yazıyı keşfetmiş tabletlere işlemiş. Hepsi insanın var olma çabası. Karakterini ortaya koyma başarısı.

Dergi: Çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Çıkacak kitaplar var mı?

Evet, hali hazırda çıkacak üç kitabım var. Bunlardan biri 13 öyküden oluşan “Kayıp Kelebekler Haritası 2010 sonunda Sütün Yayınlarından çıkacak. Bu yaz, seninle ortak projemiz olan Kayseri’de, otuz sekiz yaşında, otuz sekiz şiirden oluşan (bu arada Kayseri’nin plakası 38) “ İnşirah ” isimli şiir kitabım ve çok farklı bir tarzda yazılmış yüz altmış agudan oluşan “Söylenmedik Sözler Kaldı Cebimde” adlı deneme kitabım nasıp olursa yakında çıkacak.

Dergi:  Bülent Gündoğan diyince artık insanların kafasında bir profil oluşuyor. Bunu oluşturmak için elbette çok titiz çalıştınız. Genç kalemlerimize neler tavsiye edersiniz? Biliyorsunuz dergimiz genç kalemlere de yer veriyor? Özellikle bunu merak eden okurlarımız için soruyorum bu soruyu…
  Yazmak için gören bir gözle bakmak, kapalı kapıları çalmak, açılan kapılardan dalmak, önce kendinin sonra âlemin farkına varmak gerekiyor. Bir idamlığın boynundaki “Cellâdıma selam” yaftası gibi kalemi her elime aldığımda zihnime bir ser levha çakıyorum...
 Herkes biliyor, bense öğreniyorum”


Tüm dostları “İroni Cumhuriyeti” adlı şiirimden bir bölümle selamlamak isterim kabul buyurursanız.
“defterim bitmesin diye yazmadığım günler
dikkat etmesem ansızın tükenecek / biliyorum
kurumsal kandırılmışlığımı simgeleyen
tükenmez kalemler!
yazacak çok şey yok aslında
defterler dokunulmamış aşklarım kadar bakir
işte tam burada –üç, beş- gönlünüzden ne koparsa
kalmışsa son birkaç bakkal / boş ve tozlu rafında
tarihi geçmiş bile olsa,
biraz aşk almanın tam zamanı”
            Kültür Çağlayanı dergisinin bu kutlu sevdaya uzun yıllar hizmet etmesini ve kültür meşalesini taşımasını temenni ediyorum. Bana bu fırsatı verdikleri içinde ayrıca şükranlarımı sunuyorum.





Yorumlar