DUHA KOCA OĞLU DELİ DUMRUL /Ahmet KARAASLAN

Duha Koca oğlunu
Yiğit Deli Dumrul’u,
Geliniz tanıyalım,
Neler yapmış bakalım...
Bu er, bir kuru çaya
Köprü kurmuş ortaya.
Parayla geçirirmiş,
Ücreti de şöyleymiş:
Otuz akçe geçenden,
Kırk akçe geçmeyenden!
Geçmeyeni dövermiş,
Zorlarmış, geçirirmiş.
Bunu şundan yaparmış:
O, bir hasım ararmış.
Benden güçlü er var mı
Bahadır, kahraman mı?
Çıksın karşıma benim.
Erliğim, yiğitliğim...
Hep dillerde söylensin,
Urum’a, Şam’a gitsin...

Bir gün köprü yanında,
Çadır kuran obada,
Bir yiğit hasta düşmüş.
Hakk’ın emriyle ölmüş.
Akrabası ağlamış,
Obadan feryat çıkmış.

Deli Dumrul bu sesi,
İşitince kendisi,
Gitmiş dörtnala ora,
Şöyle demiş onlara:
— Bre sizi kavatlar !
Ne bu ağıt, feryatlar
Benim köprüm yanında?
Durun, ağlamayın da!
Susun kızdırmayınız,
Vallah gider başınız!

Demişler ki: — Ey Han’ım,
Söyleyin ne yapalım?
Ölmüştür bir erimiz,
Yaralı yüreğimiz...

Dumrul, buna şaşırmış.
Yanlarına yaklaşmış:
— Bre söyleyin bana!
Kim kıymış yiğit cana?

Demişler ki: — Bey, vallah
Buyurmuş Yüce Allah.
Azrail ol buyrukla,
Geldi al kanadıyla.
Canını alıp gitti,
Billâh güzel yiğitti...

Dumrul demiş: — Deyiniz,
O kimdir gösteriniz?
Azrail denen kişi,
Nasıl yapar bu işi!
Kaadir Allah tekliğin,
Varlığın ve birliğin
Hakkı için sen O’nu,
Göster bana kulunu.
O’nunla savaşayım,
Yiğidi kurtarayım.
Bir daha can almasın,
Kulların ağlamasın...

Dumrul dönmüş evine,
Çekilmiş hanesine.
Bu sözleri Huda’ya
Hoş gelmemiş Mevla’ya.
Buyurmuş ki ol Celil:
“Bre deli, ey zelil!
Birliğini tanımaz,
Emrime şükür kılmaz.
Dergâhımda gezersin,
Hem de benlik eylersin!
Git şu deli kavatın,
Buyruk tanımayanın,
Bir kez görün gözüne,
Otur bağrı üstüne.
Ten ve benzini sarart,
Boğazını hırıldat!
Şuna haddini bildir,
Canını al da getir...”

O deli, bir odada
Kırk yiğit ortasında,
Şarabını içerken,
Azrail gelmiş birden!
O an Deli Dumrul’un
Duha Koca oğlunun,
Tutmaz olmuş elleri,
Görmez olmuş gözleri.
Dünya âlem kararmış!
Azrail’i çağırmış:
— Bre ihtiyar hayret,
Söyle, bu nice heybet!
Görmeden kapucular,
İşitmeden çavuşlar,
Buraya nasıl girdin?
Benim bağrımı deldin!
Görmez oldu gözlerim,
Tutmaz oldu ellerim.
Altın kadeh elimden,
Yere düştü içmeden.
Cûş ediyor bedenden,
Titriyor canım neden?
“Ağzım içi buz oldu,
Kemiklerim tuz oldu...”
Kanım, iliğim dondu
Bana böyle ne oldu?
Sakalı akça ihtiyar,
Görmesi yokça ihtiyar.
Gözlerin fersiz senin,
Heybetlidir bedenin!
Ey ihtiyar, söyle bana
Belâm dokunur sana...

Böyle söylemiş deli,
Azrail de hiddetli:
— Bre deli, fikirsiz!
Dersin “gözlerin fersiz.”
Gözümü beğenmezsin,
Gerçekleri görmezsin!
Nice kız, gelinlerin...
O ahû gözlülerin,
Canlarını almışım,
Analar ağlatmışım.
Bu ihtiyar hâlıma,
Bakma aksakalıma.
Ak ve kara sakallı,
İhtiyar, delikanlı...
Almışım nice canlar.
Ne ağalar, ne Hanlar
Dayanamaz karşımda.
Bre kavat akşamda,
Övünüp duruyordun,
Azrail arıyordun!
Ele geçirecektin,
O’nu öldürecektin!
Savaş yapmak isterdin,
Meydan, erlik dilerdin...
Geldim ve karşındayım,
Şimdi canın alayım!
Canını mı verirsin,
Benle cenk mi edersin?

Deli Dumrul sevinmiş.
Gülerek şöyle demiş:
— Ay! Azrail sen misin?
Doğru mu, gerçek misin?
Güzel ve yiğitlerin,
İhtiyarın, gençlerin,
Sen mi aldın canını,
Şimdi kestim başını!
Ben seni geniş yerde,
İstiyordum, içerde
Dar yerde iyi geldin!
Öldürdüğün yiğidin,
Canını kurtarayım,
Sana hamle kılayım...

Öz kılıcı sıyırmış,
Çalmaya hamle kılmış.
Melek güvecin olmuş;
Kanatlanarak uçmuş.
Dumrul, buna çok gülmüş.
Böbürlenip, övünmüş:
— Yiğitler dinleyiniz!
Belki siz de gördünüz.
Azrail buradaydı,
Hâlsiz bir ihtiyardı.
O’nu öldürecekken,
Kuş olup pencereden,
Uçup dışarı gitti,
Kapıyı göremedi...
Kurtulur mu uçunca,
Doğanla avlayınca...
Avcı kuşu salarım,
Azrail’i tutarım...

Kalkıp binmiş atına.
Doğanı da yanına,
Alarak kıra gitmiş,
Ormanda, dağda gezmiş.
Birkaç güvercin görmüş,
İkisini öldürmüş.
Dağdan eve dönerken,
Atı ile gelirken,
Meğer atın gözüne
Azrail de görüne!
Atı ürküp, şahlanmış.
Dumrul’u yere atmış.
Çaresiz, naçar kalmış
Karabaşı bunalmış.
Ak göğsünün üstüne,
Basarak çenesine,
Azrail çöküp binmiş.
Ona şöyle söylemiş:
— Deminden mırladıydın,
Hırlamaya başladın...

Dumrul demiş: — Azrail,
Elaman, oldum rezil...
Yeter Azrail, aman!
Allah birdir yok güman.
Seni böyle bilmezdim,
Bilseydim söylemezdim.
Şurada dağımız var,
Üstünde bağımız var.
Üzümleri sıkarlar,
Ondan şarap yaparlar.
Ol şarabı içenler,
Deli deli söylerler...
Şarap içtim, duymadım.
Ne oldu anlamadım.
Yiğitliğe doymadım,
Beylikten usanmadım...
Aman Azrail medet!
N’olur beni bırak, git...

Azrail demiş ona:
— Boşa yalvarma bana.
Benim elimde ne var!
Dön de Allah’a yalvar.
Emir kuluyum ben de,
Dileğini O’na de...

Dumrul demiş: — Öyle mi?..
Bıraksana belimi.
Madem ki veren, alan
Affedip, bağışlayan
Kullarını koruyan,
Azim, Rahim ve Rahman…
Peki, sen ne belâsın!
Aramızdan çıkasın.
Allah’la söyleşeyim,
O’ndan medet dileyim...

Allah ile söyleşmiş,
Görelim neler demiş:
— Yücelerden yücesin
Kimse bilmez nicesin.
Ulu Allah, Yüce Allah.
Lailâhe illallah.
Seni nice cahiller,
Gökte arar, yerde ister.
Cabbar Allah daim duran,
Settar Allah baki kalan.
Ne gökte, ne yerdesin
Müminin gönlündesin.
Ey Azim, ey Yaradan
Meleği çek aradan.
Canımı alacaksan,
Ya da yaşatacaksan,
Azrail’e bırakma,
O’nun eline koyma...

Deli Dumrul’un sözü,
Rabb’e çevrilen yüzü,
Hakk Teâlâ’ya hoş gelmiş,
Azrail’e bildirmiş:
Ey meleğim Azrail,
Bırak ölmesin sefil.
Bildi ya birliğimi,
Anladı tekliğimi.
Verdiğime şükretti,
Benden medet diledi.
Yerine bir can bulsun,
Kendisi azat olsun...

Azrail bu fermanı
İşitince, o canı
Alamadan çekilmiş.
Dumrul’a şöyle demiş:
— Yüce Allah buyurdu,
Bana şöyle duyurdu:
Yerine bir can bulsun,
O deli azat olsun.
Sen bir can bulacaksın,
Sonra kurtulacaksın...

Dumrul demiş: — Kimim var?
İki tane ihtiyar...
Bir anam, bir de babam
Verirler mi duyursam?
Gel beraber gidelim,
Onlardan isteyelim.

Babasının yanına
Varınca demiş ona:
— Aksakallı, izzetli,
Hoş sohbet, tatlı dilli.
Bilir misin can babam,
Ne oldu anlatamam...
Nice oldu bilmedim,
Küfürlü söz söyledim.
Allah’a hoş gelmedi,
Meleğine söyledi.
Azrail uçup geldi,
Canıma kast eyledi.
Ak göğsüme bastırdı,
Canımı çıkartırdı!
Senden can istiyorum,
Vermezsen ölüyorum!
“Oğul!” der, ağlar mısın?
Bir can bağışlar mısın?

Babası demiş: — Oğlum,
Dumrul’um, aslan yavrum.
Canımdan bir parçasın,
Kılıcımda kabzasın.
Gelinimin çiçeği,
Çiçeğin kelebeği.
Dağ isterse Azrail,
Karadağ’ı verdim bil...
Yaylası olsun, gezsin
Yetmez derse istesin.
Tümüyle develerim,
Tavladan at vereyim.
Akça, kara koyunlar
Akçe, gümüş, altunlar...
Hepsini alsın, gitsin
Canımı istemesin.
Dünya tatlı, can aziz
Anandan isteyiniz.
Oğul, anan sevgili
Hem benden merhametli...

Babası can vermemiş,
Anasına göndermiş.
Varınca anasına,
Dumrul demiş ki ona:
— Ana ana can ana,
Neler oldu oğluna!
Şaraplıydım bilmedim,
Küfürlü söz söyledim.
Allah’a hoş gelmedi,
Meleğine söyledi.
Azrail uçup geldi,
Canıma kast eyledi.
Akça göğsüme kondu,
Canımı alır oldu!
Can diledim babamdan,
Dedi: İste anandan.
Ana, geldim yanına
Diyorum ki ben sana:
Tırnağını takarak,
Yüzlerini yırtarak,
“Dumrul!” der ağlar mısın,
Saçını yolar mısın?
Ana yiğit oğluna,
Bu Deli Dumrul’una,
Ölürse acır mısın?
Bir can bağışlar mısın?

Anası demiş: — Oğul!
Ay oğlum, Deli Dumrul
Dokuz ay taşıdığım,
Beşikte yatırdığım,
Sarıp da belediğim,
Akça sütümü verdiğim...
Kalede tutulaydın,
N’ola esir olaydın!
Akçe verip alaydım,
Kâfirden kurtaraydım.
Yaman yere varmışsın,
Sağlam yere çatmışsın!
Can aziz, tatlı dünyam
İsteme bağışlamam...

Anası da vermemiş,
Azrail şöyle demiş:
— Anan, baban vermedi,
Umutların tükendi.
Kim can verecek sana?
Artık yaklaştın sona!
Canını alacağım,
İşimi yapacağım...

Dumrul demiş ki: — Aman!
Allah birdir yok güman.

Cevabında Azrail
Demiş ki: — Deli, rezil!
Seni fikirsiz kavat!
Aman diyorsun fakat
Aksakallı babanla,
Akbürçekli ananla
Konuştun vermediler.
Sana da söylediler.
Yerine kim ölür ki,
Daha kimin kalmış ki?..

Demiş ki Azrail’e:
— Biraz sabret, dur hele.
Kucağında bebekler,
Hasretlim evde bekler.
Onlarla buluşayım,
Son kez vedalaşayım.
Şimdi bırak yakamı,
Sonra gel, al canımı...

Azrail “tamam” demiş.
Dumrul, eşine gitmiş.
Hanımına söylemiş,
Görelim neler demiş:
— Bilir misin hatunum,
Nice oldu durumum!
Şarap içtim, şaşırdım.
Bilemedim, yanıldım.
Allah’a hoş gelmedi,
Meleğine söyledi.
Azrail uçup geldi,
Canıma kast eyledi.
Ak göğsüme oturdu,
Canımı alır oldu!
Babamdan can diledim,
Anamdan da istedim...
Can tatlı, dünya şirin
Diyerek Azrail’in
Pençesine attılar,
Başlarından saldılar.
Sana kalsın dağlarım,
Soğuk sulu pınarım.
Develerim, atlarım,
Koyun dolu ağılım...
Kimi tutarsa gözün,
Kimi severse gönlün,
Onunla evlen ama
Oğulları bırakma.
Onlar yetim kalmasın,
Boynu bükük olmasın...

Eşi de cevap vermiş,
Görelim neler demiş:
— Dumrul! Ne söylüyorsun?
Bunu sen mi diyorsun!
Göz açıp da gördüğüm,
Bu nice bir kördüğüm!
Gönül verip sevdiğim.
Şah yiğidim, erkeğim;
Damak verip emdiğim,
Aşk ile seviştiğim...
Senin olsun dağların,
Mor salkımlı bağların…
Yurtların, yaylaların,
Soğuk sulu pınarın...
İçersem kanım olsun,
Yaylan mezarım olsun!
Akçeni harcar isem,
Atlarına binersem,
Tabutla kefen olsun,
Gözüme toprak dolsun.
Başkasına varırsam,
Biriyle de yatarsam,
Alaca yılan olsun
Beni ısırsın, soksun!
Senin o namert baban,
Canını seven anan…
Ne varmış ki bir can da,
Ben veririm sen kal da.
Yer ve gök şahit olsun,
Can sana kurban olsun…

Eşi onun yerine
Can verince erine,
Deli Dumrul ağlamış.
El açarak yalvarmış:
— Yücelerden yücesin
Kimse bilmez nicesin?
Gökte arar cahiller,
Yerde ister gafiller.
Hem gökte hem yerdesin,
Müminin kalbindesin.
Af buyuran Settar Tanrı,
Daim duran Cebbar Tanrı...
Yolların üzerine,
Bu yurdun her yerine,
İmaretler yapayım.
Vakıflar kurdurayım...
Canını ikimizin,
Bağışla da ver izin.
Ya al, ya bırak bizi;
Ayırma ikimizi!

Dumrul’un yakarışı
Hoş eyleyince Arş’ı,
Mevla nida eylemiş;
Meleğine bildirmiş:
Dumrul ile eşini,
Affettim ikisini.
Duasını beğendim,
Yüz kırk yıl ömür verdim.
Ana-babasına git,
Ruhlarını da kabzet...

Dumrul’la helâllisi
Bağışlanmış ikisi.

Korkut Atamız gelmiş,
Duâ da söyle demiş:
— Duâ edeyim Han’ım
Kabul etsin Allah’ım.
Dağların yıkılmasın,
Suların kurumasın.
Ağacın kesilmesin,
Atın sendelemesin.
Kılıncın çentilmesin,
Allah muhtaç etmesin.
Yalvaralım Mevla’ya,
MUHAMMED MUSTAFA’YA
Bizleri bağışlasın,
Esirgesin, saklasın.

Ahmet KARAASLAN
08/03/2000 – KAYSERİ

Yorumlar