Demet TEZCAN:“YAZMASAYDIM ŞAHİDLİKLERİM BELİMİ BÜKERDİ”

Demet Tezcan ile İlim Hikmet Vakfı’nda vereceği “Resulün Hayatından Hayatımıza Damlalar” konulu konferansın öncesinde konuşma imkânı buldum. Kulluk sorumluluğunun bilincine erken yaşta ulaşan Tezcan, tüm hayatını bu sorumluluk üzerine inşa etmişti. Aktivist kimliğinden farklı olarak sıcak ve samimi tavırları, gülen yüzü ile aynı zamanda bir kadın yazardı karşımdaki.  Yazılarının bir bölümünü Mektup, Nida ve Polen Dergilerinde yayımlamış. Bir dönem Akit, Vakit ve Özgün Duruş gazetelerinde köşe yazarlığı yapmış, şimdi ise Milat Gazetesi’nde yazıyor. Kayserili, evli ve üç kız annesi Tezcan ile yazarlık serüvenini konuştuk:
Merhabalar Demet Hanım ilk önce okurlarımız için kendinizi tanıtmanızı istesem neler söylerdiniz? 
Kısaca; “Ne kalır insandan geriye?” sorusunun cevabı peşine düşmüş bir kulum ben.  
Yaşamınız incelendiğinde, eylemci bir yapınızın olduğunu görüyoruz. Peki, bu yoğun faaliyetlerinizin arasında gazete ve dergi yazılarının haricinde yazı hayatınıza kitap ile devam etmenizi tetikleyen unsur ne idi?

Söz uçar yazı kalırdı. Sözümün uçtuğu yerde yazımın baki kalması, biçilmiş olan ömrüme ecel gelmeden yeryüzünde şahitliğimi yapabilme düşüncesi. Uzun yıllardır köşe yazarlığı yapıyorum. Köşeden günü birlik konularda yazarken hızla akıp giden gündeme dair hızlı, kısa ve kestirmeden cümlelerle meramınızı ifade etmeniz gerekiyor. Oysa kitap durup düşünmeyi tekrar tekrar başa dönmeyi, bir bütünlüğü gerektiriyor. Ayrıca bir klişe haline gelmiş olan yazar-kitap ilişkisi tanımlamasındaki “kitaplarım çocuklarım gibi” ifadesi duyguya dönüyor gerçekten sancılarla vücut bulan,  kadını da erkeği de bu sancıda bir kılan bir eylem yazmak. Kitap ise doğuşta ifade buluyor.  Emek, sabır, netice…
Anne Üşürüm Yokluğunda, isimli deneme kitabınızda duygusallığınızı gizlememişsiniz. Üslubunuz çok akıcı ve sıcak. Oysa konferanslarınıza duygusallığınızı hiç yansıtmıyorsunuz. Akılcı ve aktarımcısınız.  Hangisini yaparken kendinizi ona yakın hissediyorsunuz?

“Anne Üşürüm Yokluğunda” kitabındaki duygusallığımı konferanslarıma taşımış olsam hiç konuşamam herhalde. Zaten “Anne Üşürüm Yokluğunda” kitabım da konuşamamanın ,suskunluğumun ve iç seslerimin kitabı.  Konferanslarımda da konusuna göre zaman zaman duygusallığıma yenildiğim olsa da galiba aktivist kimliğim daha ön plana çıktığı için daha keskin cümlelerle duygularımı ifade ediyorum. Konuşmalarımı şifahen yapıyorum Hz. Musa’nın duası ile Rabb’ime sığınıp Rabb’im dilimin düğümünü çözdüğü ölçüde olayları yorumlamaya çalışıyorum. Aslında doğal gelişiyor, bir akarsuyun mecrasında akması gibi kâh dolaylı kâh direk akıp gidiyor işte… Burada suyun mecraını dinleyicinin dinlerken ki alakası oluşturuyor ve ilgiyi alabilirseniz su yatağını buluyor.
Bir Çığır Öyküsü: Şule Yüksel Şenler isimli kitabınız bir belgesel niteliğinde… Ben de daha lise yıllarımda Huzur Sokağı’nı gözyaşları içinde okumuştum. Eminim ki birçok genç kız da bu duygusal atmosferi o romanda soludu. Başörtüsü mücadelesini gaye haline getiren bir hayat hikâyesini yazmak nasıl bir duyguydu?
Feda edilmiş, adanmış bir hayatın hikayesini yazmak Rabb’imin nasibi. Şule Yüksel’in hayatı etrafında o dönemin toplum yapısı, medyası, sivil toplum örgütleri gibi pek çok alana da kapı aralıyor kitap. Bir hayra vesile olan onu yapan gibidir. Eğer günün birinde Şule Yüksel’in hayatını konu alan bu kitap gerekli ilgi ve alakayı görürse toplumun her kesiminde kadını- erkeği, genci- yaşlısı ile yola çıktığı dönemde olduğu gibi bir iz ve etki bırakacağına inanıyorum. Gençlere bir işaret fişeği olacağını düşünüyorum. Gençliğine şahidlik edenlerin de gençliklerinde ki duygularının, yeniden yeşereceğini kitabı okuyanlardan aldığım izlenimlerden biliyorum.
Edebiyat dünyasında biyografik romanların çok okunduğu bir zaman dilimindeyiz. Bu kitabın yeterli yankıyı bulmamasını neye bağlıyorsunuz?
Acısıyla tatlısıyla bir hayat hikayesi, bedeli ödenmiş bir hayatın, topluma öncülük etmiş, ufuk açmış, yol açmış, topluma umut olmuş şevk vermiş bir hayatın ezber bozan hikayesi.
“Benim hayatım ve ölümüm namazım ibadetlerim hepsi Allah içindir” ayeti kerimesi gereğince yön bulmuş yol almış, hastalıklar, hakkında açılan yüzlerce dava, hakaretler,hapis bedeli ne ise ödenmiş ve hastalıklarla halen ödenen bir hayat Şule Yüksel Şenler… Şule Yüksel’in guaj boya ile foto montaj yaparak bir araya getirdiği on başörtülü kağıt kız ve “Ya Rabbi! bir gün sokakta böyle on kızımızı bir arada görebilecek miyim?” diye göz yaşı döktüğü bir dönem. Yine bu kağıttan kızları gerçek zannedip etraflarında evlenecek başörtülü genç kızlar olmadığı için  “ablacığım bu kızlarla evlenmek istiyoruz” diye mektup yazan gençlerin olduğu bir dönem 60’lı yıllar. O günden bu güne çok şey değişti, kişiler değişti toplum değişti, değer yargıları, mücadele alanları, idealler, ulaşılmak istenen hedefler değişti. Bu değişim içinde Şule Yüksel’in hayatı halen aramızda olmasına rağmen eskilerden kalma bir masal, bir efsane gibi.
Okullara, derneklere genç kız gruplarına onu anlatmaya gidiyorum Gençlerde önce bir tepkisiz duruş daha sonra gözlerinde parıldayan ışık ve ardı ardına gelen soruların değişmez finali “onu nasıl görebiliriz?” sorusuyla biten sonlarla gerçekleşiyor konferanslar.
Ne diyebilirim ki İnşaallah Şule Yüksel hayatta iken gerekli vefayı gösteririz malum biz ölüleri daha çok seviyor daha çok ilgileniyoruz. Bir gün o hayatta iken hayatına ilgi duyanlar sonradan gelenlere göre kendilerini çok daha şanslı hissedecekler.
Yola Düşünce isimli kitabınız, gittiğiniz ülkelerde gördüğünüz insan manzaralarını, sancıları, acıları dile getiriyor. O kadar ki orada yaşayan Müslüman kardeşlerimizle kendinizi içselleştirerek kaleme almışsınız. Bu kitabın çıkma serüveni nasıl oldu?
Sorumluluk duygusu ağır bir vebal yükünü sırtımda taşıyorum hissi. Yazmasaydım şahidliklerim belimi bükerdi. Etiyoya’da, Cibuti’de dibe vurmuş yoksulluk, Bosna’da halen toplu mezarlardan oğullarının, eşlerinin, babalarının cesedinin çıkmasını bekleyen yalnız kadınlar, Lübnan’da Suriye’de mülteci kampları,bombaların artığı hayatlar, Mavi Marmara’da yaşadığımız tarihi zaman dilimi…Yazmamak, anlatmamak hayatlarına ,hikayelerine şahid olduğum insanlara, vefasızlık, haksızlık olurdu.
Kitaplarınız okurlarınıza ulaşalı 4 yıl kadar kısa bir süre oldu. Fakat siz yıllardır dergi ve gazetelerde yazıyordunuz. Sizce bir yazarın sorumluluğu ne olmalıdır?
“Kaleme ve onun yazdıklarına and olsun!” Buyuruyor Rabb’imiz. Başında da ifade ettim gibi yazdığım her satırı mahşerde önüme konacak amel defterime kayıt düşüyormuşum gibi görüyorum. Şu satırları da öyle… Her ne kadar duygularımı örtbas etmeyi, gizlemeyi beceremesem de nefsimi ayna bilerek yazmaya çalışıyorum. “ İnsanlara iyiliği emreder de kendi öz nefislerinizi unutur musunuz?” Buyuruyor Rabbimiz. Ben de bu buyruğa uymaya çalışıyorum yazarken.

Gazetede yazmakla kitap yazmak arasında size göre nasıl bir fark var?
Gazetede ön safta, kitapta arka safta yazıyorsunuz. Kitapları on binler sattığı halde tanınmayan yazarlar var. Ama gazetede öyle değil ne yazarsanız yazın göz önünde oluyorsunuz anında her yere yayılabiliyor yazdıklarınız. Tepkiyi de teveccühü de anında alıyorsunuz. Kitaptan daha hızlı, kitaptan daha çok okuyucuya ulaşıyor. Ama kitap okuru ile köşe yazarı okuru da farklı. Kitap okuru ile aranızda daha kadim bir bağ kuruluyor. Kitap okuru kitabınızı rafında tutarken aslında sizinle bir ilişki kurmuş oluyor aynı zamanda. Köşe yazısı okuyucusu belki bir yazınızdan sonra bir daha okumayabiliyor veya tüm ilişkisi yazının başlaması ve bitimi arasındaki süre oluyor.  Hiçbir sorumluluk taşımaksızın sadece köşeyi doldurmak adına yazmak bana göre değil. Bunu hissettiğim anda da bırakıp çekilirim kenara ki, bunu vakit gazetesinde yazdığım dönemde yaptım. Yoğun tempo içinde kendi kendimi aşamadığımı ve okuyucuya bir faydamın olmayacağını düşündüğüm anda okuyucu ile vedalaştım. Hz.İsa “ben gidiyorum ta ki benden hayırlısı gelsin” demişti. Ben de İsa peygamberimizin buyruğunca daha hayırlısı gelsin diye yer açtım yeni gelecek olanlara ve çekildim kenara.
Yeni kitap projeleriniz var mı, varsa nelerdir?
Biyografi okumalarını çok seviyorum insan hayatına çok şey katıyor. İnsanların en içten en doğal ve en itirafa yakın oldukları bir alan biyografi çalışması. Anılar, aktarımlar tarihi yazılımın aksine daha samimi ve objektif. Ama biyografi yazmak çok zor. Belki de ben hayatı bir kitaba sığmayacak dolulukta birinden başladığım için bana öyle geliyor. Bir gün Şule Yüksel’in hayat çıtasına denk birini daha yazmayı isterim elbet. Ben denemeye daha yakın buluyorum kendimi.  Bir deneme çalışması yapıyorum ama acele etmeden yine yeryüzünde kulluğumun şahidliği olacak satırları bırakmaya çalışarak.  Benim zaafım duygularımı kendimden soyutlayıp başka kisveye büründürerek veremem. Belki de bu yüzden hiçbir zaman profesyonel bir kitap yazarı olamayacağım. Satırlarımla yoğrulmaya hep özeleştirimi yapmaya duygularımı satırlarıma bir ruh gibi giydirmeye bir miras gibi devretmeye devam edeceğim.
Yıllardır seminerden seminere koşuyorsunuz. Annelik ve yazarlık size set olamıyor. Bu enerjiyi nereden alıyorsunuz?
“Kim bir haksızlık görürse eliyle düzeltsin ona da gücü yetmezse diliyle düzeltsin…” Buyuruyor peygamberimiz ve kitabımız: “İçinizden iyiliği emreden bir topluluk bulunsun” diyor. Rabb’imizin görevlendirdiği bu toplulukta olabilmek çabası diyebilirim. Şunu biliyorum ki ne yapıyorsak yapalım kendimiz için yapıyoruz. Yaratılış gayemiz, yeme- içme, barınmadan ibaret değil. Sürekli hedeflerin ve hamlenin olmadığı, mücadelenin olmadığı durağan bir hayat düşünemiyorum. Allah’ımdan dileğim o ki beni yolu üzere koştururken alsın. 
Hemşeriniz olarak sizi tanımaktan mutluluk duydum… Bu söyleşiyi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyorum…
Ben de bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ediyor, sizin vesilenizle tüm hemşerilerime en kalbi muhabbet ve selamlarımı sunuyorum. Hayırlara vesile olması duasıyla…
SERGÜL VURAL

Yorumlar