Mutluluk Resmi / Atiye Güner Tümüklü

MUTLULUK RESMİ

....“genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı
üst ranzada uyuyanı göremedim
habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini
baktım arkasından
üst ranzada ben uyuyorum
         Nazım Hikmet Vera Tulyakova’ya yazdığı  “SAMAN SARISI”adlı uzun şiir, böyle başlar. Ve arkasından:                                                                                                                                        .....“ sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
işin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil.
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?  Diye devam eder.
          Abidin Dino,  bilgim ölçüsünde büyük şairin istediği o mutluğun resmini yapmadı. Ama yazdığı şiirle kendi mutluluğunu koşullarını belirlemiş oldu.                                                                                             
....”Kokusu buram buram tüten, limanda simit satan çocuklar...
Martıların telaşı bambaşka işçiler gözler yolunu
İnebilseydin o vapurdan ayağında Varna’nın tozu, yüreğinde ince bir sızı.
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan hasretle kucaklayabilseydim seninle bir daha.
Davullar çalsa zurnalar söyleseydi.
Bağrımıza basaydık seni Nazım.
Yapardım mutluluğun resmini...
Başında delikanlı şapkan, kolların sıvalı kavgaya hazır...
Bahriyeli adımlarla düşüp yola gelebilseydik Meserret Kahvesine
İlk karşılaştığımız yere ve bir acı kahvemi içseydin.
Anlatsaydık o günlerden, geçmişten, gelecekten.
Ne günler biterdi, ne geceler...
Dinerdi tüm acılar seninle bir düş olurdu ayrılığımız anılarda kalan.
Ve dolaşsaydık Türkiye’yi bir baştan bir başa.
Yattığımız yerler müze olmuş, sürgün şehirler cennet.
İşte o zaman Nazım yapardım mutluluğun resmini, buna da ne tuval yeterdi; ne boya
                                                                                                          ABİDİN DİNO        
             Abidin Dino tuval boya yetmezliği ortadan kaldırılmış bile olsa yapamazdı.  Yapacağı resim nesnel olamaz öznel olurdu. Çünkü güzellik, beğeni, sevme, mutluluk vs göreceli kavramlardır. Kimi noktalarında yaklaşanları ve bileşenleri de olabilir. Ama mutluluk resimleri kişiye yere ve zaman bağlı olaraktan farklılık gösterir. Bu ancak duygu cip yerleştirilmiş robotlarda belki gerçekleşir. Çünkü mutluluk her zaman görsel resim değildir. Yeri gelir özlenen ses, tatlı bir dokunuş bile olabilir  
            Yazmış olduğum öykülerimde kendimi olumsuz malzeme etmem bir yana yeri ve zamanı gelse bile özümden özelimden söz etmeyi istemem. Yalnız mutluluk için beklenti listemde katlar yatlar yüksek makamlar gibi büyük dünyevi beklentiler yoktur. Yeri geldiğinde olmadık yerde açan çiçek, sıcak günde esen rüzgâr, çıtır ekmeğin çenesinden kopan parçası,  içten söylenen günaydından tanımsız beni mutlu eder. Ya mutsuzluk...
            Bir kaç gün önce. Temmuz ayının sıcak, annemin tanımıyla öldüğü gün gömülüp unutulacağı boyutta uzun günü. Yatar durumda kitap okurken uykuya geçmemle bütün ayrıntılarını anımsayacağım geri dönüşe benzer bir öykünün içine geçiyorum.
            Gerçek ya da sanal yaşadıklarımızda hep öykü değil midir? Öykü kurgulama üzerinde eh biraz bilgim vardır. İyi de bunda ne yer, ne zaman, zaman. Ne de vermek istediğim ana benim denetimimde. Öyküyü ayakta tutan gerçeklik payandaları dersen hepsi sakat.
            Kimin ettiği belli olmayan konusu ayan bir telefon. Oğlumun birkaç yıl önce eşi ve çocuğuyla birlik gittiği Yeni Dünya’dan. Çok acil olarak çağırılıyorum. Oğlum orada hastalanmış. Önceki yaşamışlıklardan bu hastaya çağırma işini bilinmekte. Bir ateş topu büyüyor içimde saliselerle yarışan. Yüksek dağlardan kopan çığı kıskandıracak biçimde. Tüm enginlikler daralıp dört yanımda aşılmaz set duvarları oluşuyor morumsu kum rengi.
            Zaman zaman ussal yaklaşımlarım da olmakta. Gidilecek yer sanki bir adım ötem komşu kapısı mı? Gidince ne bulacağım... Birkaç kişiden ödünç alınmış ömrün kaygısıyla  -direk uçuşla- geçecek on dört saat.
             Daha önce bu gidişi yaşadım da zamanla yarışım yoktu. Her bir sahnesi de benim için çocuklarıma kavuşacağım mutluluk benzeri sevinçti. Onda bile günlere süren pasaport vize işlemleri. Belki on kapıdan sıkı denetimlerle geçip labirent benzeri koridorlar sonrasında ulaştığımız İstinye sırtlarındaki kartal yuvasını andıran Amerikan Elçiliğe. Kurşun geçmez cam arkasından kırık Türkçesiyle ahret soruları soran koca kafalı görevli. Vize alamadığından ayrılmak zorunda kalacak üç günlük evli gençlerin kulağıma yapışıp kalmış ağlayışları. Birden aklıma bize verilen on yıllık süreci bunca koygun kararmışlığın delen tek aydınlık leke olarak beliriyor Koşmak istiyorum koşamıyorum. Ayaklarıma bağlanmış kunt granitler. Üstüme giyecek bulamıyorum. Bulduklarım ya kafamdan geçmiyor, ya da mevsimsiz.  
            Nereden geldiği, nasıl bulduğum belli olmayan bir valiz ortada bir yerde. Şaka gibi.  Mutfağa doğru bir koşuyorum. Dolaptan aldığım vakumlu tulum peynirini içine atıyorum...
            Gözyaşlarımın çukurları doldurduğu bu karabasandan çıkıp gerçek telefonun ucunda oğlumun mutlu ve esen “Anacığım,”diyen sesi. İşte asıl resmi yapılacak mutluluk bu.        
            Allah’ım, amacım işine karışmak değil. Beni sevdiklerim özellikle çocuklarınla rüyada bile sınama. Onlara gelecek tüm kötülükleri benden yana yönlendir.
            Yaşamınızı mutluluk anlarının doldurması dileğiyle…                                                            ATİYE GÜNER TÜMÜKLÜ                                        TEMMUZ 2013 KUŞADASI-AYDIN

Yorumlar