Vedat Sağlam, Türk Edebiyatında sağlam adımlarla ilerlerken gönlünün kapılarını bizlere açtı: “Bu millet, yeniden şahlanmasını, ilerlemesini istemeyen sahtekarlar tarafından yıllarca oyalandı.”

-- Okuyucularımız için kendinizi bizlere tanıtır mısınız?
1.      Vedat Sağlam; 1968 Yılında, Nevşehir ilinin Hacıbektaş ilçesinin Belbarak köyünde, bir yaz gününde ailenin beşinci ferdi olarak dünyaya geldim. İlkokul ikinci sınıfa kadar köyümde okurken, Almancı olan babam, pek çok işçinin düşündüğü gibi, "ben okuyamadım, gurbet ellerde işçi oldum, çocuklarım bari memlekete okuyarak hizmet etsin" düşüncesiyle 1978 yılında Kayseri'ye yerleştik. İlkokul, ortaokul, lise ve üniversite tahsilimi Kayseri'de yaptım. Kayseri bana, eğitimime, kültürüme çok etki yaptı. Bu şehirde büyümek, bu şehrin kültürüyle kültürlenmek, bu şehrin insanlarını tanımak benim için büyük bir şans oldu. Bu şehre aşık olduğumu söylesem, inanın yalan olmaz.
Çocukluğumdan beri okumayı çok severim ben. Kitaplar elimden hiç düşmezdi. Klasik bir söz olacak belki ama, gerçekten annemin(babam yurt dışında olduğu için) bana verdiği harçlıkları hep kitaplara yatırmışımdır. Vitrinlerde duran kitaplara hastayımdır ve vitrinde duran bütün kitaplar benim olsun isterim hep. Bu sebeple, oturduğumuz yere çok yakın olan Bilgi Kitap Evininin yaşlı sahibini, vitrinden kitap indirmek için çok yormuşumdur. İnşallah hakkını helal eder. Beni dükkândan girerken gülümseyerek yüzüme bakar ve daha ben istemeden, “hangisi” diye sorardı tatlı tatlı. Vitrinden oflaya puflaya kitap indirirken kendi kendine fısıldayarak, “ah keşke benim çocuklarda böyle okusaydı ya…” dediğine kaç kere şahit olmuşumdur. 
Kitap okumayı, sürekli kitaplarla haşır neşir olmayı çocukluğumdan beri hep çok sevmişimdir. Vaktimin çoğu kütüphanelerde geçerdi. Arkadaşlarımla oyun oynarken bile aklım kütüphanelerde, kitaplarda olurdu. Nedendir bilmem ama, kitapçılarda vakit geçirmeyi hep çok sevmişimdir. Kitapların bulunduğu ortam bana huzur verirdi hep. Değişik değişik kitaplara bakmak, içeriklerini okumak, yazarları hakkında fikir sahibi olmak, dünyanın en güzel yaratıkları olan kitaplara dokunmak, hep en çok sevdiğim şeyler olmuştur.
Sonraki yıllar öğretmenlik hayatım başladı. Bayburt, Sinop, Boyabat ve Kayseri… Çocukluğumun, gençliğimin geçtiği, benim için çok daha başka anlamların da yüklü olduğu, çok sevdiğim Kayseri’de yaşıyorum hala. Herkesin, kişiliğiyle, geçmişiyle ve hatta ruhuyla iç içe geçmiş olduğu bir şehir, bir yaşam merkezi vardır diye düşünürüm. Galiba benim yaşam merkezim de Kayseri. Bu şehir insanlarıyla, tarihiyle, bugünüyle, sıcaklığıyla bir başka geliyor ruhuma. Beni kucaklıyor, adeta sımsıkı sararak üşümemi engelliyor diye düşünüyorum.


- Kültür ve sanat hayatınızın başlangıç noktası neresidir?
2.      Yukarıda da söylediğim gibi, okumayı araştırmayı, düşünmeyi çok seven bir yapım var benim. Okumak, araştırmak, düşünmek, karakterimin vazgeçilmez unsurları oldu. İş böyle olunca, insan ister istemez bir zaman sonra dolmaya başlıyor. Dolunca da içindekileri boşaltması, bildiklerini başkasına anlatması/aktarması gerekiyor. Bu, araştırma eserleriyle de olur, roman veya hikâye çalışmalarıyla da. Benim ilk çalışmam, ilk göz ağrım, bu anlamda bir araştırma-inceleme kitabı olan “Eğitim-Siyaset ve Din” isimli kitabımdır. İstedim ki, bildiklerimi başkası da bilsin, öğrendiklerimi başkası da öğrensin.
İşin içinde meslek olarak bir de eğitimci olunca, yani bizzat sahada çalışan bir kişi olunca, bakış açınız da daha farklı oluyor ister istemez. Yıllar yılı eğitimciliğimin dışında sendikacılığım da var benim. Saha çalışması anlamında eğitimin pek çok aşamasında bulununca, eğitim konusunda pek çok eksikliğin olduğunu da fark ediyorsunuz, bakış açınız değişiyor, güzelleşiyor. Fark edince de düşünüyor ve, “bu sorun nasıl çözülür” diye kafa yormaya başlıyorsunuz. Sonra da elinize kalemi alınca, ortaya pek çok güzel şey çıkıyor. Tavsiye ederim genç arkadaşlara, içinden yazma isteği olanlar kendilerini frenlemesinler, yazmak, düşündüğünü kâğıda aktarmak çok güzel bir duygu. Bunu yapsınlar…
Yazmanın yaşamak olduğunu fark edeceklerdir yazınca…

- Kültür ve sanat hayatınızın dönüm noktası sizce neresidir?
3.      Kültür sanat hayatımın dönüm noktası, roman yazmaya başlamamla oldu. Roman yazmak, fikir ve düşünce kitabı yazmaktan daha başka ve farklı bir olay. Roman veya hikaye yazmak için sürekli gözlem yapmanız gerekiyor. Olayları sorgulamanız, insanları daima gözetlemeniz ve, “neden” sorusunu daima sormanız gerekiyor kendinize. “Neden” sorusuna aldığınız her cevap içinize yeni soruları sormanızı gerektiriyor. Romanla birlikte düşünmeye ve nedenlerinize cevap aramaya başlıyorsunuz. Tabi sizinle birlikte okuyucu da düşünmeye, kendi nedenlerine cevap aramaya başlıyor. Farklı ve güzel bir yolculuk başlıyor bundan sonra içinizde, benliğinizde. Çok güzel bir duygu bu? Benim yaşamımın dönüm noktası bu anlamda romanlarım olmuştur? Başkasına açıklayamadığım, doğrudan bir başkasına söyleyemediğim, hep içimde saklı tutuğum duygularımdır romanlarım. O nedenle her bir roman “ben”imdir, her bir romanımda “ben” varımdır, duygularım, hayal dünyam, heveslerim vardır… Çocuklarım kadar değerli, eşim adar sevgili, dostlarım kadar samimi, yaşamım kadar vazgeçilmez…
- Eserleriniz hakkında bizlere kısaca bilgiler verir misiniz?
4.      İlk eserim Eğitim, Siyaset ve Din isimli düşünce/fikir kitabımdır. Ardından Batı’da İslam İmajı, Köy Enstitülerinden İmam Hatip Okullarına/Eğitim ve Kültür ile düşünce serimi tamamladım. Daha sonra Çanakkale/Direnişin Destanı, Ne Menem Menemen, Onurlu Tercih benim romanlarım olup, hikâye kitaplarım ise Anne Babam Döndü ve Özgürlüğü Satın Alanlar isimli çalışmalarımdır. Fikir eserleriyle başladığım yazı hayatıma roman ve hikâyelerle devam etme kararı aldım. Zira hikâye ve roman yazmak benim için daha zevkli ve daha heyecan verici gelmeye başladı… Son çıkak hikâye kitaplarım, Çanakkale’de yaşanmış olayları kurguladığım hikâyelerdir. Bu çalışmada istedim ki, genç arkadaşlar Çanakkale’yi ziyaretlerinden önce bu çalışmaları okusunlar ve orada yaşananları öncelikle kitaplardan öğrensinler, Çanakkale’ye belirli bir alt yapı ile gitsinler, boş gitmesinler. On üç hikâyenin bulunduğu kitaptaki olayların hepsi de bizzat yaşanmış, kayıtlarda bulunan olaylardır. Ben sadece Çanakkale daha iyi anlaşılsın, yoğunluğuna erişilsin diye kurguladım. Umarım, şehitlerimizin ruhlarını rahatlatan, onların çektiklerini anlatan iyi bir çalışma olmuştur.
- Aldığınız ödüller nelerdir? Hangi kurumlara üyelikleriniz vardır?
5.      Öyle piyasada bulunan ödüllü yazarlardan değilim. O kadar çok önemsemiyorum da ödülleri. Önemli olan insanın yazdıklarıyla mutlu olması ve öncelikle çalışmasını kendinin beğenmesidir. Benim bildiğim kadarıyla Anadolu’da yaşayıp da ödüllü olan yazar da pek yoktur zaten. Ya da bir elin parmağını geçmeyecek kadardır sayısı. Zira her nedense bu tür ödüller sanki birer danışıklı dövüşmüş gibi gelir bana hep. Çünkü, Anadolu’da yazan pek çok yazar arkadaşın çalışması İstanbul yayınevlerinden çıkar ama ödüle gelince İstanbul’a yerleşmiş kişileri tercih ederler çoğunlukla. Bu anlamda pek çok yazar arkadaşın da aklından İstanbul’a yerleşmek geçer ama, ben bu fikre pek katılmam. Zira, herkes İstanbul’a yerleşecekse Anadolu’ya kim sahip çıkacak? Anadolu’nun üretkenliğini neden öldürelim? Mademki bizleri bu topraklar okutup adam etti, bu toprakların verdiklerini yedik bizler, bu topraklarda mutlu olduk şimdiye kadar, o halde neden gidelim ki İstanbul’a… Ödüllü yazar olmak için mi, hayır… Okuyucularımın ilgisi, sevgisi benim için en büyük ödüldür zaten, gerisi boş…

Pek çok sendika dernek ve vakfa üyeyim. Zira sivil toplumculuğa aşık bir insanım ben. İnsanoğlunun devletin karşısında yalnız ve savunmasız bir birey olarak tek başına haksızlıklara karşı mücadele edemeyeceğine inanıyorum. Birlikte olmanın, birlikte hareket etmenin pek çok sorunu kendiliğinden çözeceğine inanıyorum. Bu yüzden sendikalara, vakıflara ve derneklere üyeyim. Bu kurumların bir takım eksiklikleri olsa da insanoğlunun kendini rahatlıkla ifade edebileceği örgütlerdir yine de. Aynı zamanda sivil toplum kuruluşlarına üye olmak, sosyalleşmek açsından da oldukça önemlidir diye düşünüyorum… Herkese bir STO’ya üye olmasını ve aktif olarak çalışmasını tavsiye ediyorum buradan. Avrupa’da demokrasinin gelişimi, ilerlemesi, STO’ların gelişimiyle paralel bir seyir izler. Diktatoryal yapılarda/yönetimlerde dikkat edin STO’lar yoktur ya da güdümlüdür. Osmanlı imparatorluğunun o gelişmiş olduğu dönemlerinde de sivil toplum örgütleri oldukça aktifti. Osmanlının çöküşü ile birlikte o dönemin Sivil Toplumu olan vakıflar da çökmeye, işlevlerini kaybetmeye başladılar. O nedenle, gelişmişlikle Sivil Toplumculuk eş anlamlı gelir bana hep…
Yine Avrupa’da bir siyasetçinin başarısı kaç tane sivil toplum örgütünde aktif üye olmasıyla ölçülür. Bunu unutmamak gerekir.
- Edebiyat hayatında derginin ve gazetenin yerini değerlendirir misiniz?
6.      Edebiyatta dergilerin ve gazetelerin yeri birbirlerine rakip olamayacak kadar önemlidir. Gazete abonesi pek çok kişiye neden dergi almadığı sorusu sorulsa, “gazete alıyorum ya…” cevabını verir size. Oysaki ikisi de farklı kategorilerdir, farklı alanlarda yayın yaparlar. Ne gazete derginin yerini tutar, ne de dergi gazetenin. Gazete, adı üzerine günlük çıkan bir üründür ve sizi günlük, anlık gelişmelerden haberdar eder. Yazılar, yorumlar hep günlüktür ve çoğunlukla haber ağırlıklıdır. Derinliği çok fazla olmayan, olay olduğu anda kaleme alınan, çoğu zaman tepkisel, uzak görüşlülükten uzak yazılar vardır gazetelerde. Oysaki dergiler haber ağırlıklı olmaktan çok, yorum ağırlıklıdır. Yazılar daha geniş perspektiften ele alınır, tepkisel değildir, objektif verilere dayandırılmaya çalışılır, derinliği vardır ve günlük değil, uzun zaman tat verici, ufuk açıcı yazılar vardır. Dergileri okuduğunuz zaman aklınıza gelmeyen pek çok farklı noktanın da farkına vardığınızı, anladığınızı görürsünüz. Velhasıl, dergilerin yeri de farklıdır, gazetelerin yeri de…   
- Yeni yazım projeleriniz nelerdir?
7.      Daha önce de belirttiğim gibi, roman yazmayı çok seviyorum ve adeta hayatımın, kişiliğimin bir parçası haline geldi bu. Elbette ki şu anda kaleme aldığım bir çalışmam da var. Tarihi çok sevdiğim için genelde romanlarımı, olayları, roman kahramanlarını tarihten seçiyorum. Zira tarihini bilmeyen bir milletin geleceğini, yörüngesini bulamayacağına inanıyorum. İlerlemiş milletlere bir bakın, öncelikle kendi tarihlerini öğretirler çocuklarına. Çocuklarına, gençlerine ortak bir kültür ve tarih vermenin, geleceği sağlam inşa etmek anlamına geldiğine inanırlar. Ortak tarih şuuru, ortak hedef anlamına gelir.
Ben küçükken okuduğum kitaplar genelde tarihi hikâyeler, romanlar olurdu. Benim kişiliğimin oluşmasında tarihi romanların, hikâyelerin, bu romanları yazan yazarların etkisi oldukça önemli ve belirleyici olmuştur. Yeri gelmişken hepsine de buradan çok teşekkür etmek istiyorum. Arzu ediyorum ki, bizden sonraki kuşaklar da tarih açısından şuurlu, bilinçli yetişsinler. Atalarını, atalarının kim olduklarını, neler yaptıklarını bilsinler, öğrensinler. Derdim o benim. Yıllarca bu milletin evlatları kendi atalarından nefret ettiler. Tanımadılar… Kimine kızıl sultan dediler, kimine kan içici, kimine işgalci dediler, kimine katil… Sonuçta kendi atalarından nefret eden, beğenmeyen, mensubu olduğu milleten utanan bir nesil çıktı ortaya. Biliyorsunuz, 12 Eylül öncesi pek çok genç sağ-sol davasından birbirlerini vurdular, öldürdüler. Bunların içinden baba-oğullar da vardı, abi-kardeşler de vardı ne yazık ki... Aynı milletin evlatlarıydı onlar. Aynı dili konuşan, aynı kültürle yetişen, aynı ay yıldızlı bayrağın altında yaşayan, aynı ufka bakan binlerce insan bu memlekette hiç yoktan, sebepsizce birbirlerini vurdular, öldürdüler. Bunun bence tek sebebi vardı, dış mihraklar tarafından icat edilen sahte ve modası geçmiş ideolojilerle kandırıldılar. Bizim kültürümüzde, örfümüzde olmayan sağ-sol düşüncesi yüzünden birbirlerini vurdular, öldürdüler. Bu millet, tarihte olduğu gibi yeniden şahlanmasını, ilerlemesini istemeyen sahtekarlar tarafından yıllarca oyalandı.
Biraz uzunca oldu ama, o günleri tekrara yaşamak istemiyoruz millet olarak. O nedenle istiyorum ki bu milletin evlatları suni gündemlerle, sanal ideolojilerle meşgul olmadan, tarihten almış oldukları ışıklarla, bilinçle güzel ülkemizin geleceğini el birliği içinde inşa etsinler. Tarih kitapları işte bu nedenle benim için çok önemli… Bu nedenle romanlarımı, roman kahramanlarımı tarihten seçiyorum…
- Kayseri’de kültür ve sanat etkinliklerini değerlendirir misiniz?
8.      Kayseri’de kültür ve sanat hayatını çok renkli gibi görünüyor ama bence öyle değil. Şu anda kültür hayatının çoğu etkinliği tek başına Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenleniyor. Ama bence bu sanal… Dışarıdan pek çok sanatçı, kültür adamı büyük meblağda paralar ödenerek Kayseri’ye getiriliyor. Değişik geceler, kültür sanat etkinlikleri düzenleniyor. Evet, görünen o ki ilgi de var halk tarafından. Fakat bence bu sadece paranı gücüne dayanılarak, bilboardlara büyük reklamlar verilerek yapılacak işler değil. Bakınız, Büyükşehir Belediyesinin bu sosyal ve kültürel faaliyetlerinde şehrimizde örgütlü hangi sivil toplum örgütünün katkısı, desteği var? Benim bildiğim yok. Varsa da bilmiyorum. Oysa başka şehirlerde, Konya, Bursa, Gaziantep, İstanbul gibi şehirlerde böyle yapılmıyor bu faaliyetler. Belediye yine işin içinde ama kültür faaliyetleri daha çok şehirde örgütlü, kültürel anlamda faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri tarafından yapılıyor, düzenleniyor. Sosyal kültürel faaliyetler tamamen gönül işi, yürek işi, bilgi işi. Bunlar sadece parayla, pulla yapılacak işler değil. Belediyenin bu işleri sivil toplum örgütlerine bırakarak, onları da destekleyerek yapması gerekiyor diye düşünüyorum. Biliyorum, bu röportajımda dolayı belki tepki de alacağım, ama, bu şehirde yaşayan ve kültür sanat faaliyetlerinin içinde olan birisi olarak bu durum beni çok rahatsız ediyor. Ayrıca bu tespit sadece benim değil, bu şehirde yaşayan ve tasa çeken pek çok şair, yazar ve kültür adamı dostlarım için de geçerli ve onlar da aynı şeyi düşünüyorlar… Bütün görselliğine, bilboardlara döşenen o kadar reklama, dışarıdan getirilen onca sanatçıya rağmen yine de doyurmuyor bu memleketi… Kayseri’ye kuru kalıyor diye düşünüyorum.
Oysaki Kayseri güzel ve her anlamda verimli bir şehir. Bu yavanlığı, içi boş görselliği hak etmiyor. Bu verimliliği kültür sanat alanında daha etkin kullanabiliriz.
Şu anda Kayseri’de yaşayan yüz yirminin üzerinde şair, yazar, ressam arkadaşlarımız var. Bunlardan on tanesi ulusal anlamda yazı yazıyor, kitapları çıkıyor ve tanınıyorlar. Ama Kayseri’de, kendi memleketlerinde tanınmıyorlar ne yazık ki… Burada kimin vebali var? Şehir dışında arkadaşlarımıza Kayserili denilirken, bu şehirde tanınmamaları, bilinmemeleri kimin vebali?
Yukarıda ismi zikrettiğimiz şehirlere gittiğimizde ortamın zenginliğini, düzenlenen kültürel faaliyetleri gördüğümüzde imreniyoruz, neden Kayseri’de de olmasın diye… Bunları kimseyi suçlamak için söylemiyorum ama, düzenlenmek istenen kültür sanat organizasyonlarına Kayseri’deki sivil toplum örgütlerinin de fikirleri alınsın, destekleri sağlansın istiyorum, hepsi bu. Zannedersem böyle yapılırsa Kayseri kazanacaktır, başka kimse değil…
- Yazı hayatına atılmak sizin hayatınızda ne tür değişimlere sebep oldu?
9.      Şunu unutmayın ki yazı hayatı insanı her şeyden önce olgunlaştırıyor. Ruhunuza belirli bir dinginlik ve güzellik veriyor. Belki de yaşınızdan önce olgunlaşıyorsunuz. Kişiliğiniz daha çabuk ve hızlı olgunluğa eriyor. Hayata bakışınız, insanlarla dostluğunuz, zevkleriniz, öncelikleriniz değişiyor, güzelleşiyor. Dirildiğinizi, sanki yeniden dünyaya geldiğinizi, pek şeye yeniden başladığınızı fark ediyorsunuz. Hayata, tüm kötülüklere meydan okumaya başlıyorsunuz.  Gençken, cahilken kızdığınız, köpürdüğünüz pek çok şeye, “insanlık hali, olur böyle şeyler” deyip geçiyorsunuz. Daha çok affedici, daha çok sevecen oluyorsunuz. Kindarlığınız gidiyor, kalbiniz yumuşuyor, güzelleştiğinizi fark ediyorsunuz.
Olayları, insanları, çevrenizi daha çok gözlemlemeye, sorgulamaya başlıyorsunuz. Neden sorusunu kendinize daha çok sormaya, daha çok düşünmeye, neden-sonuç ilişkisi daha çok kurmaya başlıyorsunuz. Yaşadığınız, şahit oluğunuz pek çok olayları yazınızda kullanmak istiyorsunuz ve kullanıyorsunuz da...
Aslında bu bir serüvendir ve bu serüven, yazmaktan vazgeçmediğiniz sürece hep devam ediyor. Yaşam son bulsa da serüven hiç durmadan devam ediyor…
Yazmak güzeldir…
- Ülkemizin kültür ve sanatta aldığı mesafe sizce yeterli midir?
10.  Kültür ve sanat hayatında eskiye oranla ülke olarak belirli bir yere geldiğimiz bir gerçek Bu yadsınamaz. Eskisi gibi değiliz artık. Nobel ödüllü bir yazarımız var mesela. İnanıyorum ki, bir kaç yıl içinde bir-iki tane daha Nobel ödüllü yazar çıkabilir. Ülkede meşhur birkaç yazarın çıkartmış olduğu kitaplar artık yüz binlerin üzerinde okuyucu ile buluşuyor. Milyona yakın tiraj yakalayan yazarlarımız var. Bu sevindirici bir gelişme. Pek çok yayınevi bu sahada iş yapıyor ve Anadolu’nun en ücra köşesindeki bir yazar arkadaş bile eğer ki eseri iyi ise yayınlatma fırsatı bulabiliyor. Eskiden bir sanatçının kaseti yüz binlerin üzerinde satarsa, “keşke kitaplar da bu kadar satsa” diye düşünür, hayıflanırdık. Bugün, sayısı az olsa da eserleri yüz binlerin üzerinde satan yazarlarımız var ve çalışmalar yabancı dillere çevriliyor. Yerli veya ulusal olsun televizyon kanalları artık kültür sanat faaliyetlerine daha çok yer veriyor, gündemlerine daha çok alıyor.
Bunlar çok güzel gelişmeler ama hala yeterli seviyede, arzu edilen durumda da değiliz diye düşünüyorum. Ne yazık ki hala ülkemizde korsan kitap satışları var, onlar da yüz binlerin üzerinde satış yapıp, emek sömürüyorlar, haksız kazanç elde ediyorlar. Buna devlet bir çözüm üretemedi maalesef, Bu durum, yazarları eserlerini yayınlatmakta zorlaştırıyor. Yine aynı durum ülkemizde yazarlığın bir meslek olarak ortaya çıkmasını da engelliyor. Pek çok yazar arkadaş, ortaya koydukları eserlerden elde ettikleri kazançlarla aslında hayatlarını idame ettirebilirler. Bu mümkün. Kitaplardan elde ettikleri gelir buna yetebilir. Ama öyle olmuyor, korsan kitaplar nedeniyle alın terinin karşılığını alamayan pek çok yazar arkadaş, geçim sıkıntısı yüzünden yazarlığı ek bir iş olarak yapıyorlar ve yeteri kadar zaman ayıramadıkları için de özgün eserler veremiyorlar. Yazarlık bir meslektir aslında. Çağdaş dünyada ve tüm Avrupa’da bu böyledir. Bu durum ülkemizde kültür sanat faaliyetleri üzerinde olumsuz etkiler yapıyor. Bu ve buna benzer bir takım sıkıntılar ortadan kalktığı zaman, ülkemizdeki kültür sanat faaliyeti üzerindeki olumsuz etkiler de inanıyorum ki ortadan yok olacak, sanat ve sanatçı da toplumda var olan gerçek karşılığını bulacaktır. Unutmayalım ki, kültür ve sanatın yoğun olarak yaşandığı ülkelerde bilimsel gelişmeler ve sanayi de altın çağını yaşar. Kültür ve sanat alt yapısından mahrum kalmış bir sanayi, bilimsel gelişme, hiçbir zaman gelecek vaat etmez. Sönmeye, yıkılmaya mahkûmdur. Avrupa’da bilimsel gelişme ve sanayi, aynı zamanda kültür ve sanat faaliyetleriyle de paralel ilerlemiş, gelişmiştir. Bu anlamda ülke olarak güzel günlere gebe olduğumuzu görüyor, gelecek genç kuşaklar adına da seviniyorum…

- Değerli bulduğunuz bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
11.  Bir yazarın en güzel anısı, herhalde çalışmasının bir okur tarafından okunurken görmesidir. Bu fotoğraf, bir yazarın en mutlu olduğu anlardan birisidir. Tramvayda eve doğru yolculuk anındaydım. Oldukça yorucu bir gündü. Kendimi bitkin hissediyordum. Gece saat 10.30 sıralarıydı. Durağın birinde tramvaya bir bayan bindi ve tam karşıma oturdu. Oturmasıyla birlikte çantasını açtı ve benim kitabımı çıkarttı. İşte o anda kalbim duracak gibi oldu. Etrafıma çekingenlik ve şaşkınlıkla bakmaya başladım. Çekingenliğim, kalbimin gürültüsünü etrafımdaki insanların da duyuyor olduğunu sanmamdandı. Bir tuhaf olmuştum. Sanki hiçbir şey olmamış gibi, dünyanın en doğal, en normal işini yapıyormuş gibi benim kitabı o bayan benim kitabımı okumaya başladı. O an görmeliydiniz beni. Sanki uçacak gibi olmuş, adeta kendimden geçtim. Evet, gerçekte o bayan dünyanın en normal, en doğal ve hatta en güzel işini yapıyordu ama benim için durum farklıydı tabi. Tüm yorgunluğumun üzerimden akıp gittiğini, ruhumun çekildiğini fark ettim birden. Eve varınca çalışma odama geçtim ve tüm yorgunluğuma rağmen yeniden yazmaya başladım.
Aslında kitaplarımın yüzlerce kişi tarafından okunduğunu, beğenildiğini biliyorum, tirajlar bunu gösteriyor zaten bana, ama yine de bir okuyucunun sizin çalışmanızı tam karşınıza geçip okuması oldukça farklı, mutluluk veren bir duygu bu. Bu durumu pek çok yazar arkadaşım sanırım ki yaşamıştır, bu mutluluk hiçbir şeyle değiştirilemeyecek bir onurdur insana.
-Vedat Bey, çok teşekkür ediyorum size.
- Göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı şimdiden teşekkürler…

Yorumlar