ABDÜLAZİZ BAYINDIR İLİM HİKMET VAKFI’NDA HİKMETİ KONUŞTU


Süleymaniye Vakfı Başkanı Abdülaziz Bayındır İlim Hikmet Vakfı’nda hikmetle alakalı konuştu.
“Allah'ın Yoluna Hikmetle Çağırmak ” konulu konferans için Kayseri’ye gelen Abdülaziz Bayındır İlim Hikmet Vakfı’nın konferans salonunda Kayserililerle buluştu. Salonun kifayetsiz kaldığı konferansta izlemeye gelenlerin bir kısmı da ayaktaydı. Hikmet vakfında hikmet ile ilgili konuşmanın Allah’ın bir lütfu olduğunu belirten Bayındır, ayetlerin ışığında hikmetli olmanın faziletlerinden bahsetti.
Konuşmasının başında nebi ile resul arasındaki farka dikkat çekerek konunun anlaşılması açısından konuşmasını ayetlerle açıklamalı bir şekilde sürdürdü.
İşte o konuşmadan bölümler:
Bütün nebi ve resuller kitabı ve hikmeti öğretmişlerdi. Kendisine kitap ve hikmet inmeyen bir nebi yoktu. Resul olmayan bir tek nebi yoktu. Bütün nebiler resuldü. Kuran’da Allah’ın vahyettiği kişilerin dışındakilere nebi kelimesinin kullanılmamıştı. Resullerin yaptığı tek şey tebliğdi. Muhammed (a.s) hem nebi hem de resuldü ve resule tebliğden başka bir şey düşmezdi. Nebilik peygamberimizde bitmişti. Dolayısıyla artık vahiy alan kimse de kalmamıştı.
Bütün Resullerin ve nebilerin tebliğinde kitap ve hikmet vardı.

Resul, kendisine kitap indirilmiş olabilirdi ya da olmayabilirdi. Kendisine kitap indirilmişse hem resul hem nebi olurdu. İndirilmemişte sadece bir nebiye indirilmiş olan kitabı tebliğ ediyorsa o sadece resuldü.
Bir nebi 24 saat nebiydi ama 24 saat resul değildi. Tıpkı bir öğretmen gibi… Öğretmen 24 saat öğretmendi ama 24 saat ders vermezdi. Resullük de ders vermek gibi bir şeydi. Ders saatinde öğretmendi ders saati dışında da… Ancak ders verirken ders veriyor denirdi… Kuranı kerimde hiçbir ayette Nebiye itaat emri yoktu ama Resule itaat emri vardı. Nebi Allah’ın ayetini anlattığı anda resuldü. Resul kendi sözünü söyleyemezdi; o yüzden de resulün haram kıldığı Allah’ın haram kıldığıydı.
Abdülaziz Bayındır, Kuran’ın muhafazası konusundaki görüşleri ise şöyleydi:
Kuran indiği şekilde elimize ulaşmıştı. Meal ile ulaşsaydı durumumuz diğer semavi dinler gibi olacaktı ve mealde olabilecek anlam kaymaları düşünüldüğünde büyük bir tahrifata neden olacaktı. Kuran’ı güzel okuma etkinliklerinin, yarışlarının Risalet açısından iyi ama anlama noktasında eksik kaldığında hiçbir şey ifade etmeyecekti. Bu durum içinden su geçen bir boruya benzerdi. Borudan ne kadar su geçerse geçsin, boru sudan bir damla dahi istifade etmeyecekti. En güzeli anlayarak okunan kurandı.
Kuran ile sünnet anlayışı arasında çelişkiler olduğu yönündeki fikirleri ve bu fikirleri farklı yorumlayan mezheplerin çelişkilerinden de bahseden Bayındır, önceliğin her zaman Kuran’a verilmesi gerektiğini belirtti. Muhkem kılınan ayetlerin muhakkak başka ayetlerle anlaşılabileceğini ve bu ayetlerin açıklanmasında Allah’ın yerine başkasının koyulmasının şirk olduğunu vurguladı. Aynı zamanda her Müslüman’ın bildiği ilim kadar resullük görevi olduğunu, kuranın muhkem ayetleri kendisinin açıkladığını, ayetleri açıklama da peygamberin dahi yetkisinin olmadığını, kuranın anlaşılması için uzmanlarca çalışmalar yapılması gerektiğini belirtti.
Sünnet ise peygamberimizin kurandan ürettiği birikimlerdi ve bu sözler kuranın hikmetiydi.
Nasıl ki çay yapmak için su, çay, çaydanlık ve ateş bir de onu nasıl yapacağını bilmek gerekti… Bir hüküm gerektiğinde de Kuranın tamamı incelenmeli hüküm ondan sonra verilmeliydi.
Hikmet sadece peygamberlere özgü değildi. Allah, gayret gösterene, Müslüman olmasa dahi hikmet verebilirdi.
Kuranda hac ve umre için de konular tamamlanmadan muhkem olmamıştı. Safa ile Merve arasında yapılacak sa’yın günah olmadığını belirten emrin gelmesiyle eksiklik tamamlanmıştı. Dağdan demir çıkarmak gibi olan bu hadis bir hikmetti. Peygamber efendimizin sözlerinin tamamı, kurandan çıkarılan hikmetlerdi.
Peygamberimizin hiçbir hadisi kuranda yoktu tıpkı doğada çay çeşmesinin(!) olmadığı gibi…
Kullanılan mikrofonlar, elektrik, kamera da birer hikmetti. İnsanlar bunları tabiattan taklit ediyordu. Hikmet, insanın arabası, evi, yediği yemekti. Hikmeti bulmak için Müslüman olma şartı yoktu.
Hikmet, din ile bilimin buluştuğu noktaydı.
Hikmet, insanların problemini çözen şeydi.
Hikmeti din ile hayat arasında iletişim kurmaktı..
Hikmet olmazsa dini tebliğ etmek de zorlaşırdı.
Hikmet unutulursa Müslümanlığın tebliği de zorlaşırdı ki öyle de olmuştu. Hikmetle gitmediğimizde, çözüm götürmediğimizde Müslümanlığa davet de zorlaşıyordu.
Bayındır son olarak hikmetin ancak çalışarak, gayret ederek elde edileceğini belirterek konuşmasını tamamladı ve sorulan sorulara da cevap verdi.


29 Aralık 2011/ SERGÜL VURAL

Yorumlar